“Babam, Durali oğullarından Ali Oğlu Osman KARACA (1850 – 1878 – Kara Osman) ben üç yaşımdayken 27 yaşında genç yaşta Osmanlı - Rus Harbi (93 harbi) Arnavutluk – İşkodra’da şehit düşmüş. Yokluklar içinde bir hayatın dramı başlamış bizim için. iki kız kardeşim (Mavış ile Ümmü) ve ben yetim kalmıştık. Anam evlendi. Üç yetim çocuğa amcam Abdurrahman babalık yapmıştı. Kız kardeşlerimin vesayetini üslendiğim için ve babamın şehit olmasından dolayı beni geç askere aldılar. Oğlum Osman (1900 – 1957 – Deli Osman) 7 yaşında, Oğlum Mustafa ( 1902 – 1943 – Küt oğlan) 6 Yaşında, kızım Hanife (1903 – 1929) 5 yaşında iken Osmanlı Devletinin Askeri olarak 1908 yılında 33 yaşında olduğum halde Yemen’in Huş kentine gönderildim. 12 yıl süren olan askerlik serüveni başlamıştı.
I. Dünya Savaşı boyunca Osmanlı İmparatorluğu 7. Kolordu'nun birer tümeni Hicaz, Asir, San'a ve Hudeybe'de konuşlandırılmıştı. Uzaklık sebebiyle bu tümenlere yeni asker, malzeme ve silah desteği sağlanamıyordu. 1916 yılında İngilizlerin kışkırtmasıyla, Araplar kendilerini koruyan (Türklere) Osmanlı Kuvvetlerine karşı ayaklandı. Ben Huş kentinde görevliydim. Oralarda huzur bozuldu, kargaşa başladı, askerlik uzadı geriye dönemediğimiz gibi bir de İngilizlere esir düştük.
1918 yılında İngiliz askerleri tarafından esir alınanlar arasındaydım. Esir alınan askerleri İngiliz sömürgesi olan Hindistan’ın Bombay şehrindeki İngiliz esir kampına götürdüler. Orada aynı zamanda eniştem de olan Topal oğullarından Mehmet oğlu Ahmet (Erol) (1877 – 1951) ile karşılaştık. Onun kumandanı da esir düşmüş emir eri olduğundan kumandanından ayrılmamış. İkimiz beraber günlerce kaçma planları yaptık. İki seneye yakın bir süre orada kaldıktan sonra yerli Müslüman halkın bize yardım etmesiyle bir kurban bayramı günü şehrin dışına çıkarıldık. Omzumuza asılı önlü bir heybe ile yola çıktık. Ve oradan yürüyerek İran üzerinden Van şehrine geldik. Van’dan Askerlik Şubemizin bulunduğu Isparta / Yalvaç şehrine geldik. 6 aydır yol yürüyorduk. Üstümüz başımız darmadağınık, perişan haldeydik. Askerlik Şube başkanlığına çıktık. Künyemizi söyledikten sonra,
“Biz Hindistan’nın Bombay şehrindeki İngiliz esir kampından kaçarak geldik” dedik. 45 yaşına gelmiştim. Yıl 1920 Askerden dönüyordum.
“Kayıtlarınıza bir bakalım” dediler. Defterleri açıp bakıp bizim kayıtlarımızı buldular.
“Sizin ikinizi de iki sene evvel GAİP kaydetmişiz. Bu durumu da muhtarınız aracılığıyla köyünüze dolayısıyla ailenize bildirmişiz. Şimdi sağ salim geldiğinize göre defterdeki kayıtları düzeltiyoruz. Yemen Gazisi olarak Terhis edildiniz. Gidebilirsiniz.” Dediler.
Arkadaşım Ahmet ile askerlik şubesinin önüne indik. Birbirimize baktık. Taş merdivenlere oturduk.
Köye gidelim mi? Gitmeyelim mi? Diye düşünmeye başladık.
Merak ettiğimiz iki senedir bizim yok olduğumuz resmen bildirilmiş olduğundan, eşlerimiz başka biri ile evlenmiş olabilirdi!
Ya birisiyle evlendiyseler! Biz de çıkar varırsak! Neler olurdu?! Eyvahlar olsun.
Çocuklarımız var. Çocuklarımız başkasına baba diyorsa! Göz göre göre buna can mı dayanır?
Bu durumu epeyce bir müddet düşündük. Sonunda;
“Hadi Gidelim.” Dedik. “Uzaktan bakarız, eğer evlendiyseler belbaşından aşalım Aydın taraflarına doğru gidelim, yeni bir hayat kuralım.” Diye düşündük. Yalvaç’tan Bademli’ye kadar yine yayan yürüdük. Kafamızda hep bu düşünce olduğundan aramızda pek konuşmadan köyümüz Bademli’ye geldik.
Arkadaşım Ahmet kendi evlerine, ben kendi evimin yolunu tutum. Eve doğrudan çıkıp varmak olmayacaktı. Kendi evime bir dilenci gibi vardım. Avlu kapısını elimdeki asa ile vurdum. Karşıma 18 – 20 yaşlarında bir delikanlı çıktı. Bu oğlum Osman idi. Beni bilemedi, hoş ben de onu bilemedim ya. Ondan,
“Buradan geçip gitmekteyim, yiyeceğim yok” diyerek “Ekmek” istedim. Delikanlı benden hoşlanmadı ve eline taş alıp atarak beni evden uzaklaştırmaya çalışırken bir taraftan da köyümüzün ağzıyla küfür de ediyordu.
Durum çok vahimdi. Evde olan bitenden bir haber alamadan uzaklaşıyordum.
Avlu kapısının gerisinden bir kadın sesi geldi,
“Gelen kim oğlum, noldu kime söven sen” diye bağırarak soran karım Şerife (Hüseyin Kızı 1879 – 1943)’nin sesiydi. Delikanlı,
“Pis dilencinin biri ekmek istiyor. Bende kovuyorum” diyordu. Avlu kapısının içinden karım Şerife tekrar seslendi,
“Oğlum ekmek isteyen kapıdan kovulur mu? Çabuk çağır gelsin. Ekmek verelim. Babanın ruhuna değer” dedi.
“Babanın ruhuna değer” demesi babasının öldüğü anlamındaydı. Demek ki beni öldü biliyorlardı.
Çabucak oradan uzaklaştım. İçim burkulmuştu. Komşumuz Demirci Ahmet (Altınkaya) (1857 – 1933) usta kapısının önünde oturur durumdaydı. Yanına vardım. Selam verdim. Beni bilemedi. Kendimi anlattım. Bana,
“Hoşgeldin” dedi. Bir iki öteden beriden konuştuktan sonra,
“Karım birisiyle evlendi mi?” diye sordum,
“Evlenmedi, bunca senedir çocuklarına hem analık hem de babalık yaptı.” dedi. Gözlerime bakıyordu. Yüzünde bir gülümseme olduğu halde birden bire,
“Ben seninle dünür oldum.” dedi. Şaşkınlaşmıştım.
“Nasıl dünür olduk?” dedim.
“Senin kız Hanife’yi oğlum Mustafa’ya gelin aldım. Düğün ettim. Üç aydır benim gelinim.” Dedi. Boğazım kurumuştu. Beş yaşında bırakıp gittiğim kızım evlenmiş, Soluk alışım bile değişmişti. Demirci Ahmet usta evine doğru bağırarak seslendi,
“Hanife gelin! Su getir kızım!”dedi. Elinde su tasıyla kızım Hanife karşıdan geliyordu. Onu öylece görünce, kendimi tutamadım, ağladım. Babasının ben olduğumu nerden bilsin? Kızım Hanife kayın babasına,
“Baba bu adam kim? Neden ağlıyor?” diye sordu. Demirci Ahmet usta’da,
“Kızım bu senin on iki senedir kayıp olan baban Mehmet Ali” dedi. Kızım Hanife’nin elinden su tası düştü. O da ağlamaya başladı. Titreyen dizlerimin üstünde zorla ayağa kalktım. Kollarım kendiliğinden açıldı. Kızımla kucaklaştık. Beraber epeyce ağlaştık. Kızımın yanaklarından öptüm. O da benim elimi öptü.
Çok zorluklar çektik çok. Atadan, oğul’a bu Milletin evlatları çok bedeller ödedik. Açlık, kıtlık, yoksulluk, bitmeyen savaşlar, esaret, sakat kalanlar, elde yok avuçta yok, acıyı bal eyledik, Evlat!. Ben bu vatan için her şeyimi vermeye yemin ettim. Yeminimi de tuttum. Allah Türk Milletine bir daha öyle günler göstermesin.”
Durali oğullarından Osman Oğlu Mehmet Ali KARACA (1875 – 1946)
1916 Yemen Cephesi Gazisi.
Düzenleyen: Mustafa ERDEM